بِسۡمِ ٱللَّهِ ٱلرَّحۡمَٰنِ ٱلرَّحِيمِ
وَهَٰذَا كِتَٰبٌ أَنزَلۡنَٰهُ مُبَارَكٞ مُّصَدِّقُ ٱلَّذِي بَيۡنَ يَدَيۡهِ وَلِتُنذِرَ أُمَّ ٱلۡقُرَىٰ وَمَنۡ حَوۡلَهَاۚ وَٱلَّذِينَ يُؤۡمِنُونَ بِٱلۡأٓخِرَةِ يُؤۡمِنُونَ بِهِۦۖ وَهُمۡ عَلَىٰ صَلَاتِهِمۡ يُحَافِظُونَ ٩٢
İşte bir kitab ki onu — bir feyz kaynağı ve elleri arasındaki (Tevrat ve İncili) tasdıyk edici (ve doğrultucu) olarak, bir de şehirlerin anası (bulunan Mekke) ile bütün çevresindeki (insanları) azâb ile korkutman için — indirdik. Âhirete inanmakda olanlar — onlar namazlarına devam (ve ihtimam) ederek — ona (Kur'ana) inanırlar.
وَمَنۡ أَظۡلَمُ مِمَّنِ ٱفۡتَرَىٰ عَلَى ٱللَّهِ كَذِبًا أَوۡ قَالَ أُوحِيَ إِلَيَّ وَلَمۡ يُوحَ إِلَيۡهِ شَيۡءٞ وَمَن قَالَ سَأُنزِلُ مِثۡلَ مَآ أَنزَلَ ٱللَّهُۗ وَلَوۡ تَرَىٰٓ إِذِ ٱلظَّٰلِمُونَ فِي غَمَرَٰتِ ٱلۡمَوۡتِ وَٱلۡمَلَٰٓئِكَةُ بَاسِطُوٓاْ أَيۡدِيهِمۡ أَخۡرِجُوٓاْ أَنفُسَكُمُۖ ٱلۡيَوۡمَ تُجۡزَوۡنَ عَذَابَ ٱلۡهُونِ بِمَا كُنتُمۡ تَقُولُونَ عَلَى ٱللَّهِ غَيۡرَ ٱلۡحَقِّ وَكُنتُمۡ عَنۡ ءَايَٰتِهِۦ تَسۡتَكۡبِرُونَ ٩٣
Allaha karşı yalan düzüb atandan, yahud kendisine hiç bir şey vahy edilmemişken «Bana da (kitab) vahy olundu» diyenden, bir de «Allahın indirdiği (âyetler) gibi ben de indireceğim» diye söyleyenden daha zaalim kimdir? Ölümün şiddetleri içinde, meleklerin de pençelerini uzatarak kendilerine «(Haydi bakalım), canlarınızı kurtarın! Allaha karşı haksız olanı söyleyegeldiğiniz, Allahın âyetlerinden kibirlenerek uzaklaşmış olduğunuz içindir ki bugün hakaaret azâbıyle cezalandırılacaksınız» (dedikleri zaman) sen o zaalimleri bir görmelisin!
وَلَقَدۡ جِئۡتُمُونَا فُرَٰدَىٰ كَمَا خَلَقۡنَٰكُمۡ أَوَّلَ مَرَّةٖ وَتَرَكۡتُم مَّا خَوَّلۡنَٰكُمۡ وَرَآءَ ظُهُورِكُمۡۖ وَمَا نَرَىٰ مَعَكُمۡ شُفَعَآءَكُمُ ٱلَّذِينَ زَعَمۡتُمۡ أَنَّهُمۡ فِيكُمۡ شُرَكَٰٓؤُاْۚ لَقَد تَّقَطَّعَ بَيۡنَكُمۡ وَضَلَّ عَنكُم مَّا كُنتُمۡ تَزۡعُمُونَ ٩٤
Andolsun, sizi ilk defa (doğumunuzda) yaratdığımız gibi (âhıretde de) yapayalınız, teker teker (çırılçıplak) huzurumuza gelmişsinizdir (geleceksiniz). Size ihsan etdiğimiz şeyleri (malları) da sırtlarınızın arkasına bırakmışsınızdır. İçinizde, kendileri hakıykaten (Allahın) ortakları olduğunu boş yere iddia etdiğiniz şefaatçilerinizi de şimdi yanınızda görmüyoruz. Andolsun, aranızdaki (bağ) parça parça kopmuşdur. Haklarında kuru zan besler olduğunuz şeyler (putlar) sizden gaaib olub gitmişdir.
۞ إِنَّ ٱللَّهَ فَالِقُ ٱلۡحَبِّ وَٱلنَّوَىٰۖ يُخۡرِجُ ٱلۡحَيَّ مِنَ ٱلۡمَيِّتِ وَمُخۡرِجُ ٱلۡمَيِّتِ مِنَ ٱلۡحَيِّۚ ذَٰلِكُمُ ٱللَّهُۖ فَأَنَّىٰ تُؤۡفَكُونَ ٩٥
Şübhesizki Allah (ot bitirmek için) taneleri, (ağaç çıkarmak için) çekirdekleri yaratandır. Ölüden diriyi O çıkarır, diriden ölüyü çıkaran da Odur. İşte Allah bu. O halde (bunca bürhanlara rağmen) nasıl olub da (îmandan) çevriliyorsunuz?
فَالِقُ ٱلۡإِصۡبَاحِ وَجَعَلَ ٱلَّيۡلَ سَكَنٗا وَٱلشَّمۡسَ وَٱلۡقَمَرَ حُسۡبَانٗاۚ ذَٰلِكَ تَقۡدِيرُ ٱلۡعَزِيزِ ٱلۡعَلِيمِ ٩٦
Sabahı (gecenin karanlığından) yarıb çıkarandır O. Geceyi (halkın) bir sükûn (u, dinlenmesi), güneşi ve ayı (vakıtların) bir hesâb(ı) olarak yaratandır O. İşte bütün bunlar (mülkünde) mutlak gaalib, (her şey'i) hakkıyle bilen (Allah) ın takdiridir.
وَهُوَ ٱلَّذِي جَعَلَ لَكُمُ ٱلنُّجُومَ لِتَهۡتَدُواْ بِهَا فِي ظُلُمَٰتِ ٱلۡبَرِّ وَٱلۡبَحۡرِۗ قَدۡ فَصَّلۡنَا ٱلۡأٓيَٰتِ لِقَوۡمٖ يَعۡلَمُونَ ٩٧
O, karanın ve denizin karanlıkları içinde kendileriyle yollarınızı doğrultmanız için, sizin fâidenize, yıldızları yaratandır. Biz âyetlerimizi bilir kimseler için, hakıykat, açıkça bildirdik.
وَهُوَ ٱلَّذِيٓ أَنشَأَكُم مِّن نَّفۡسٖ وَٰحِدَةٖ فَمُسۡتَقَرّٞ وَمُسۡتَوۡدَعٞۗ قَدۡ فَصَّلۡنَا ٱلۡأٓيَٰتِ لِقَوۡمٖ يَفۡقَهُونَ ٩٨
O, sizi bir tek candan yaratandır. Sonra (sizin için) bir karaar yeri, bir de emânet yeri (vardır). Biz iyi ve ince anlayacak zümrelere âyetlerimizi hakıykaten açıkça bildirdik.
وَهُوَ ٱلَّذِيٓ أَنزَلَ مِنَ ٱلسَّمَآءِ مَآءٗ فَأَخۡرَجۡنَا بِهِۦ نَبَاتَ كُلِّ شَيۡءٖ فَأَخۡرَجۡنَا مِنۡهُ خَضِرٗا نُّخۡرِجُ مِنۡهُ حَبّٗا مُّتَرَاكِبٗا وَمِنَ ٱلنَّخۡلِ مِن طَلۡعِهَا قِنۡوَانٞ دَانِيَةٞ وَجَنَّٰتٖ مِّنۡ أَعۡنَابٖ وَٱلزَّيۡتُونَ وَٱلرُّمَّانَ مُشۡتَبِهٗا وَغَيۡرَ مُتَشَٰبِهٍۗ ٱنظُرُوٓاْ إِلَىٰ ثَمَرِهِۦٓ إِذَآ أَثۡمَرَ وَيَنۡعِهِۦٓۚ إِنَّ فِي ذَٰلِكُمۡ لَأٓيَٰتٖ لِّقَوۡمٖ يُؤۡمِنُونَ ٩٩
O, gökden (bulutla) su indirendir. Sonra biz onunla bir şey'in (her nevin) nebatını (bitirib) çıkardık, içlerinden de taze ve yeşil (fidanlar) meydana getirdik ki ondan da (büyütüb) birbirinin üstüne binmiş tane (ler), hurma domurcuğundan (el ile tutulabilecek derecede) yakın salkımlar, birbirine hem benzeyen, hem benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bağçeler yapıb çıkarıyoruz. (Her birinin) meyvesine, bir meyve verdiği zaman, bir de kemâle erişdiği vakit bakın. Şübhesiz ki bütün bunlarda îman edecekler için bir çok ibretler vardır.
وَجَعَلُواْ لِلَّهِ شُرَكَآءَ ٱلۡجِنَّ وَخَلَقَهُمۡۖ وَخَرَقُواْ لَهُۥ بَنِينَ وَبَنَٰتِۭ بِغَيۡرِ عِلۡمٖۚ سُبۡحَٰنَهُۥ وَتَعَٰلَىٰ عَمَّا يَصِفُونَ ١٠٠
Cinleri Ona (Allaha) ortak yapdılar. Halbuki bunları da O yaratmışdır. Bundan başka (ne dediklerini) bilmeden Onun oğulları ve kızları olduğunu da uydurub söylediler. Onun zâti ise vasfedegeldiklerinden çok uzakdır, çok yücedir.
بَدِيعُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلۡأَرۡضِۖ أَنَّىٰ يَكُونُ لَهُۥ وَلَدٞ وَلَمۡ تَكُن لَّهُۥ صَٰحِبَةٞۖ وَخَلَقَ كُلَّ شَيۡءٖۖ وَهُوَ بِكُلِّ شَيۡءٍ عَلِيمٞ ١٠١
O, gökleri ve yeri yokdan var edendir. Onun nasıl çocuğu olabilir? (Bu, nasıl düşünülebilir?) Onun bir eşi de yokdur. Her şey'i O yaratmış ve O, her şey'i hakkıyle bilendir.
ذَٰلِكُمُ ٱللَّهُ رَبُّكُمۡۖ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا هُوَۖ خَٰلِقُ كُلِّ شَيۡءٖ فَٱعۡبُدُوهُۚ وَهُوَ عَلَىٰ كُلِّ شَيۡءٖ وَكِيلٞ ١٠٢
İşte Rabbiniz olan Allah! Ondan başka hiç bir Tanrı yokdur. O, her şey'i yaratandır. O halde Ona kulluk edin. O, her şey'in üstünde (güvenilib dayanılacak mutlak) bir vekildir.